4 Eylül 2011 Pazar

Düşünüyorum, öyleyse deliyim..

Bu yazıyı ne zaman yazdığımı bilmiyorum. Diğer bloga ekleyip eklemediğimi de bilmiyorum. Ama delirdiğimi zannettiğim zamanlardan kalma duygumu, düşüncemi anlatan sıradan bir yazı; taslaklarda kalmış. Yayınlamazsam olmaz.. Yazdığım hiçbir yazıyı kaçırmak istemiyorm. Bazen yazdığım anki duygularımı hatırlamıyorum, işte o zaman bu yazılar bana çok büyük yardımcı oluyorlar. Eski hallerimle yeni hallerimi karşılaştırıp sağlamasını yapıyorum. Önceden nasıldım, peki şimdi nasılım? Bu karşılaştırmalar çok yardımcı oluyor bana. Ne yapmalıyım ve ne yapmamalıyım sorularının çözümünü büyük ölçüde ortaya çıkartıyor. Bu da kendi tecrübelerimden faydalanmam anlamına geliyor.


Düşünüyorum.. Bazen düşünceler öyle bir hal alıyor ki düşünmekten iş yapamaz hale geliyorum. Düşünmeler, düşünmeler.. Neler mi düşünüyorum? Aklımın ermediği yerlerde neler var ya da görmediğim duymadığım bilmediğim kimseler nasıl yaşıyor düşünmelerden ayrı gayrı. Bazen eşref saatime geliyor bunalıyorum düşünmekten. Düşündükçe acıyor içim. Dayanamıyorum bu acıya. Düşünmemek için neler yapıyorum ama olmuyor aklımla başbaşa kaldığım zaman hep düşünüyorum, düşünüyorum, düşünüyorum. Düşünmek istemiyorum Dünya, meşgul et beni. Kurcala aklımı. Kırılan saçlarımı umursayayım. Ojesiz yamuk yumuk tırnaklarım gözüme batsın. Düşünmeyeyim. Lütfen dünya meşgul et beni.

17 Haziran 2011 Cuma

Kendini koyduğun yerin farkında olabilseydin eğer
Nerelerde dolaştığının ve ne hissettiğinin farkında olabilseydin
İşte o zaman yüce bir insan olurdun

Acıma duygunu bu kadar köreltmeyip
Merhameti, kendine iyi başkasına kötü görmeseydin
İşte o zaman yüce bir insan olurdun

Bak şimdi yapayalnızsın,
Elin avucun doldu ama
Gönlün fakirmiş ne yapalım

Boyun bükmeyle insan olunmaz, bunu bil,
Her şey karşılıklıdır, bunu da bil!

14 Haziran 2011 Salı

Araf

Çok muydu? Yoksa yok muydu?
İçerilerde miydi?
Yoksa hala boşlukta mı?

İçerisi çok dolu, dışarısı hınca hınç boş
Acı da var korku da..
Ama dışarısı hınca hınç boş

Seçemiyorum hangisi iyi
Acılarla ve korkularla yüzleşmek mi?
Kalabalık boşluğun içinde yüzmek mi?

Bir elim varda
Bir elim yokda
Yoksa Araf'a mı girmeli?

27 Mayıs 2011 Cuma

hıaabkab pşşş hıakhdahds pşşşş, diye diye

Hadi uyuyalım dünya.. Bu kadar göz kırpmaca yeter. Her oyunun tadı bir yere kadar. Anladığın ve uzaktan izlediğin de yeter, pıtır pıtır düşen damlaların uzaktan gelen sesi ile gerçekten yaşamış gibi hissetmek gerek biraz seni, hem de hiç göz kırpmadan...

20 Mayıs 2011 Cuma

İyi Geceler Dünya'm

İyi geceler dünya, bu gece her şeye rağmen gülümseyerek uyuyalım mı? Kuş sesleriyle uyandığımızı hayal ederek, güneşin bağrında büyük yapraklı bir ağacın altında uzanırken temiz hava zerrelerimize kadar işlercesine aldığımız nefes ile vücudumuzun yaşadığı bu mutluluğun farkına vararak uyuyalım mı? Hatta bir kedinin de bize eşlik ettiğine şahit olarak, ağaçta pıtır pıtır gezen sincabın kafamıza attığı cevizin lezzetine doymayarak uyuyalım mı? Terlemiş yüzümüzün hafif meltemde serinleyişini hissederek, tıngır mıngır giden keçilerin bizi uyurken izlediklerini bilerek, yaprakların sesini ninni edinip kendimize, ağacı yastığımız toprağı yatağımız gökyüzünü de yorganımız yapıp uyuyalım mı bu gece, dünya?

26 Nisan 2011 Salı

Ben idim önce, sonra kızım

Ben hiç büyümedim ki, hep küçük kaldım, hep küçük kalacağım, yıllar geçse de korkacağım arabalardan, eskise de seveceğim bebeklerimi... aslında sevmeyeceğim onları, çünkü bebekleri sevmeyi küçük yaşta bıraktım.. neden mi? hiç ısınmadıkları için. ne kadar sarılsam da bir türlü ısınamadım onlara... o yüzden canlı şeyleri daha çok sevdim. Bir kediye ya da köpeğe sarılıp uyumak nedir bilirim ben :) bundan mutluluk ve gurur da duyarım. çünkü sevgin ve sıcaklığın gerçektir, karşılıksızdır. sırf o rahatsız olmasın diye kaskatı yattığım çok olmuştur, bir anne gibi. asla bir anneyle karşılaştırılamaz ama onun gibi işte. bir saat yanımdan ayrılsa özlerim, nefesini duymak hatta kokusunu almak isterim hep, öperim alnından, mırıltısında uyurum. iç çekişine mutlu olurum. gerim gerim gerinmelerine, kocaman dişlerini zararsız bir esnemeyle göstermelerini :) düşünsene seni hiç sevmediğini, o dişleri ve tırnaklarıyla parçalar seni istese. ama öyle mi? kızıp da tokat attığı zamanlarda bile tırnaklarını çıkarmaz o. bir anne edasıyla atar tokatını: sinirlendirme beni çocuk! :) özlemişim ki ben zilli'mi. bazılarına iğrenç gelecek ama yüzümü yalamasını, hatta kaşımda pire kırmasını ( beni temizliyor güya sıpa :] ), hani bana sokulup da uyumasını, özlemişim be kızım seni. şimdi kim bilir hangi saçak altında yağmurdan korunmaya çalışıyorsun? kim bilir hangi köpekten, hangi çocuktan kaçıyorsun? Hatırlıyorum kızım, çocukları hiç sevmezdin. Benim gibiydin aynı, yaşım ne kadar büyük olsa da kendimden küçüklerle anlaşamazdım hiç, sen de öylesin işde.6. kattan düştüğünde ne kadar üzülmüştüm öleceksin diye. ortalığı ayağa kaldırmış hatta annemden tokat yemiştim. çok geçmedi ki üzerinden kızım iki sene, sen 4 yaşındasın şimdi. bize geldiğinde zaten neredeyse genç bir kızdın. annem seni ilk getirdiğinde kucağındaydın, kapıdan girdiğinizde önce bir duralamış, sonra da bir çığlık basmıştım anlayınca bize geldiğini. yere çöküp ağlamıştım( şimdi olduğu gibi) sen kucağımdaydın kızım. ben seni bırakıp da carrefur'a gidememiştim sana yeni cicilerini almaya. ablan gitmişti dedoşunla, hatırlıyorum ben böyle kedi görmedim derdi babam, kedi değil bu başka bişey :)
hatırlıyorum adını ben koymuştum kızım, Zarife'm, adını ben koymuştum...

Dünya'm benim küçük dostum, hep gül e mi?

Günaydın ve iyi günler dünya ben uyanalı çok oldu ama hala uyuyanlar ve benden önce kalkıp da çalışanlar var. Onlara iyi davran dünya. Onlar sana bir veriyosa sen onlara 10 ver. Korkma kötüye kullanırlar diye çünkü korku hiçbir şeyi değiştirmez sadece seni yavaşlatır. Onlar seni üzseler de sen onlara hep gül. Unutma gülmek bulaşıcıdr. Bu bulaşık en güzel kirdir. Herkesi senin en güzel kirine bula. Arınamasınlar bile. Deterjan sıkanları kille yıka ve pişir öylece kalsınlar. Öyle ki surat asmaya yüzleri olmasın. Ağlarken bile yüzleri gözleri gülsün. Öyle ki üzüntüden ağlayamasınlar. Korksunlar gülmemekten, gülememekten, gülemeyenlerden. Sırtlarını dayadıkları hep bir gülücük olsun. İşte böyle gül dünya, işte böyle... 

Ezber

Bulmaca çözerken düşündüm de
Duvarlar beni ezberlemiş.


Ne zaman gözümü çevirsem
Hep aynı hikaye, hep aynı masal
Düşündüm de; hayat beni ezberlemiş.


Baştan sona okudum, dikkat kesildim.
Masal hep aynı yerde bitti
Düşündüm de; kitap beni ezberlemiş.


Ne korkuya  bulanmış elim, ne heyecana düşmüşüm
Ne sevince ortak etmişim kendimi
Düşündüm de; aklım beni ezberlemiş.


Sağıma baktım sağımı gördüm
Soluma baktım solu gördüm
Düşündüm de; beni ezberleyen gelmemiş.

19 Ocak 2011 Çarşamba

Güneş

Bugün dışarısı aydınlık. Ama ben yine de güneşi göremiyorum. Camlardan yansıyan yalancı aydınlık benim gördüğüm. Her yerde gölgeler var, kocaman, korkutucu ve manen yıpratıcı. Önceden güneşten kaçmak için gölgeleri kovalardık. Hatta bazen bulamayıp hasta bile olurduk.

Olurduk olmasına ama tenimize değen güneşti sonuçta, aydınlıktı canımızı yakan. Ya derilerimiz soyulur ya da midelerimiz bulanırdı. Etimiz acısa da içimiz çıksa da korkmazdık güneşten. O hep içimize işlerdi. Kamaştırırdı gözlerimizi.

Bazen tutulurdu güneş ama yine de aydınlatırdı bizi. Röntgen filmleriyle ayın güneşi kapatışını izlerdik. Güneşin uzaktan ne kadar da küçük göründüğünü düşünürdük. Halbuki hayat bilgisi kitaplarından aslında ne kadar da büyük olduğunu hatırlayıp daha büyük bir hayranlıkla bakardık ona. Çenemiz aşağı düşer hep bir ağızdan aaaa, derdik. Röntgen filmlerinden yaptığımız gözlükleri paylaşmak istemez, tutulma bitene kadar hayatımızda yapmadığımız kadar bencillik yapardık. Güneşti bu izlediğimiz, bir dahaki tutulma ne zaman olurdu kim bilir.
Biz o zamanlar güneşin yaşam için gerekli olduğunu bilir de yaşardık. Mesela kışın güneşi bulutlar kapatırdı. Hava soğurdu. Ağaçlar meyvelerini ve hatta yapraklarını döker, dalları bomboş kalırdı. Ama nisan mayıs ayları geldi mi, bulutlar güneşin önünden çekilir havalar ısınırdı. Ağaçlar yeniden yapraklanır yemeye doyamadığımız lezzette meyveler verirdi. Yerde de sebzeler yetişir, yavaşlayan dünya hızlanırdı adeta.

Hele ki ezan çiçekleri nasıl da açarlardı akşamları hava kararırken. Titreyerekten pıtır pıtır atardı yapraklarını dışarı doğru. Güneş gibiydi sanki, güneşe aşık bir sevgili gibiydi. Güneşi yolcularken öyle güzel bir dansla açardı ki çiçeklerini, her sabah geri gelmesi için onu ikna ederdi.

Biz böyle severdik güneşi. Ama aldılar onu bizden. Kopardılar kalbimizdeki ışığını. Casus edasıyla kovalar olduk onu. Hissizleşti yüreklerimiz güneş olmayınca. Soğuduk, öyle bir soğuduk ki kıştan beter. Bizim gelsin diye beklediğimiz bir güneş yok artık. Gelse de uğrayamayacak gönüllerimize; sızamayacak içerilere; acıtamayacak ki etimizi, ağrıtmayacak başımızı. Korkunç gölgelere hapsolduk. Üst üste konmuş demir hücrelere konulduk.

Güneşin altında toprağı çapalarmış dedelerimiz. Dinçler imiş, gürbüz delikanlılar imiş. Çünkü kemiklerine işlermiş güneş. Güneş o zamanlar hakikaten Güneş imiş.

Biz hiç büyüyemedik. Küçücük kaldık beton armelerin içinde. Elimiz iş tutmaz, canımız tatlı... 

Ah, Güneşi içebilseydik doya doya bak o zaman ne olurduk. Adamlarımız pehlivan gibi , kadınlarımız Erkek Fatma olurdu. Elimizden de ayağımızdan da her iş gelirdi muhakkak.

Güneşi içemeyenlere...           

12 Ocak 2011 Çarşamba

Yanlız

Yanlızlık akıyor gözlerimden usul usul
Yanaklarımı okşuyor nazikçe
Damlamak istemiyor elimin üzerine
Dağılmak istemiyor yine yapayanlız

Her bir yanlızlık damlası
Koşuyor gerisin geriye gözlerime
Düşmek istemiyor
Pınarlarımda kuruyor yine yapayanlız